Çatalca’da yaptığımız yer çalışması “çalışmalarından” sonra karar verildi artık bir Abant paklardı bizi. Cuma günü erken sayılabilecek bir saatte buluştuk, alışverişimizi yaptık, Yiğit’lerde bir soluklanıp buz gibi olmayan birer bira içtik. En sonunda yola hazırdık. Epey geç bir saatte Abant’a vardık. Yiğit’le ikimiz daha yeni gerçek kampçılık işine soyunmuştuk. Zifiri karanlıkta ilerlerken en sonunda varacağımız yere geldik. Göz gözü görmüyordu karanlıktan. İlk kampçılık dersi: kafa lambası kampın ana malzemesidir, bırakın çadır kurmayı zaruri ihtiyaçlarınızı gidermek için de şart.

Çadırla kuruldu ve sabah erken saatte kalkmak üzere tulumlara girildi. Haziran başı yayla geceleri soğuk oluyormuş sabah çadırdan kafamı çıkarttığımda ancak anladım nereye geldiğimiz. Yaylanın arkasında kalan daha küçük bir yaylaya kurmuştuk kampı. Etrafta yemyeşil bir düzlük, ağaçlar ve de otlayan hayvanlar var. Muhteşemdi.

Sabah yogasından sonra kahvaltı ve ardından da uçuş yapmak üzere yaylaya yola koyulduk. Paraşütler yanımızda ve her türlü yiyecek. Yaş-kuru meyveler, çokoprensler…
Kısa bir keşif gezisinden sonra rüzgarın güney esmesi nedeniyle, yukarıda küçük bir tepede birkaç uçuş denedik. Ama oranın rotor yaptığını fark edince indik yaylaya. O zamanlar daha bilmiyoruz tabi ki güney yamacını. Gün bol bol yer çalışmasıyla geçti. Uçma aşkıyla gelen bizler pek oturmayı yediremedik ilk gün.
Kısa bir keşif gezisinden sonra rüzgarın güney esmesi nedeniyle, yukarıda küçük bir tepede birkaç uçuş denedik. Ama oranın rotor yaptığını fark edince indik yaylaya. O zamanlar daha bilmiyoruz tabi ki güney yamacını. Gün bol bol yer çalışmasıyla geçti. Uçma aşkıyla gelen bizler pek oturmayı yediremedik ilk gün.

Abant’a gelirken Atina Üniversitesinin yaptığı hava tahminlerine bakmıştık. Akşam saatlerinde yağmur görünüyordu ve de gerçek oldu. Biz kızlar çadırda yemek yapmak istemedik. Arabada oturduk, sonra da akşam kamp kutlaması için eksiklerimizi almak için doluştuk araca.
Kamp yerine ulaştığımızda yağmur dinmiş, hummalı bir çalışma başlamıştı. Hülya’yla ikimiz bir yandan ayşekadın fasulye, diğer yandan bulgur pilavını hazırlıyorduk. Menüde sarımsaklı yoğurtlu, közlenmiş patlıcan salatası ve cacık da vardı. Pandülcüler hazır mamalara pek prim vermez. Alpay’la Yiğit’se ateşten sorumluydular. Bir de Yiğit sucuktan sorumluydu tabi afiyetle yenen yemekten sonra herkes çadırına…

Pazar günü biraz daha hareketli geçti. Yaylaya gelen paraşütçüler, piknikçiler oldu. Ama rüzgar ancak akşam saatlerinde istediğimiz yöne döndü. O zamana kadar ne mi yaptık. Bol bol yer çalışması, manda kovalamaca, manda .okuna basıp kaymaca ve de tabi ki camışlama. Abant’ın en sevdiğim yönü belki de…
Bu arada gelen paraşütçülerin arasında THK eğitmeni Orhan Özgülbaş’ın olduğunu duyar duymaz Alpay araya girdi. Harness’ıyla kavuşamamış bir yedek paraşütümüz vardı. E tabi sağ olsunlar yardımlarını esirgemediler. Kısa bir katlama eğitimiyle bu iş de aradan çıktı.
Asıl tepenin aşağısında küçük bir tepe vardır. İrtifası 20 mt bile olmayan. Uzun zamandır uçmamış bizler rüzgarın doğru yönden esmesiyle davrandık kanatlara. Önce bayanlar.

Güzel birkaç uçuştan sonra yukarıya çıkmaya karar verdik. Bir yada iki çıkış yapılmıştı bizden evvel ama hava tahminleri yine tuttu ve hava bozdu. Hızla toplanan paraşütlerin ardından bir yağmur boşandı… Kimimiz mutlu kimimiz buruk çıktık dönüş yoluna.
İlk Abant’tan bana kalanlar, güzel bir manzara, lezzetli yemekler, huzur ve yere serilmece.
İlk Abant’tan bana kalanlar, güzel bir manzara, lezzetli yemekler, huzur ve yere serilmece.

Özet: yumak olmuş paraşütler, yorgunluktan uykuya dalmış insanlar, ağaç altı gölgesi ve karpuz. Ancak böyle yaşadığımı hissediyorum aslında…